İnsanlar rasyonaliteden, gerçeklerden (ki bunlar dünyanın ve başkalarının gerçekleri ile örtüşür olmalı, başka türlüsü manasız) uzaklaşmaya pek meyilli; çünkü bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyoruz. Bu cehaletin en ürkütücü hali, cahil olduğunun farkında olmamak.
Ve kolaycılık, gücetaparlık, samimiyetsizlik… Bunların hepsi sıradan insanların (-ki ben de kendimi burada görüyorum: uyanışa geçen dünya vatandaşlarının kendilerini dahil ettikleri %99?luk kesim) düşünme araçlarının elinden alınmış (veya hiç verilmemiş) olması ile alakalıdır diye düşünüyorum. Kadercilikle(!) ‘adam sen de cilik? artık birbirine girmiş.
Şehit yakınları televizyona çıkıyor “yayınlar durmasın, aynen devam etsin, hainleri sevindirmeyelim” derken; şehit yakını olmayan bir başkası “yas ilan edilsin” diyor; ve hangisi doğru ben bilmiyorum. Bilen var mı? Sevdiklerini bu gerekçe ile kaybedenlerinkisi nasıl ağır bir vicdan yüküdür? Biz bu insanların acıları üzerinden nasıl akıl yürütebiliriz? Biri engelli üç kardeş ve annesinin yaşadığı viranenin 2000.-TL?lik elektrik borcu silinince mi ruhu şad olacak Sakaryalı Birol çavuşun?
Bana göre hiç şehit vermesek de o muhafazakarlık(?) içine gömülü sapıklıkları afişe eden, yoz toplumu meşrulaştıran, kanıksatan veya vur patlasın-çal oynasın, insanları aptallaştırıcı, gündemi saptırıcı yayınların zaten olmaması lazım. Peki sürekli bir taraflarımız kanarken bunu nasıl doğru değerlendirebiliriz?
Esas sorun bilim, insan-doğa sevgisi kültürünün olmaması; insan hayatının (ve dolayısıyla herşeyin) ucuz olması. Bize dokunmadığı sürece öldürmek veya ölmek kolay… Onbinlerce şehit ve kayıp terörden, peki trafik terörü daha mı az? iş kazalarından ölenler de onbinlerce kişi… kadın cinayetleri? Ölüp giden rakam oluyor, hikayesini kimse umursamıyor.
Bazı şeyleri değiştirmek istemiyoruz esas sorun bu! Terörü engelleyemiyoruz(!!!), peki diğer sebepsiz / vakitsiz ölümler? Ölümün her türlüsü kötü. Bir şehitlik vardı özel, onu da sıradanlaştırdılar, içini boşalttılar.
Ama öte yandan bakıyorum herkes birşeylerden dem vuruyor, ama bana göre çoğu yanlış/eksik, “çözüm olmayacak, aksine iyice kangrenleştirecek fevrilikler” bunu görebiliyorum, popülist, saman alevi fikirler.
Akıl tutulmaları yaşıyoruz, felsefeye ihtiyacımız var. Sebep, sonuç ilişkilerini değerlendirebilmek ve üç boyutlu düşünebilmek için duru, samimi, rasyonel, adil/hakça fikirler üreten dimağlar lazım. Bu gerçekten çok bilinmeyenli, çok değişkenli bir problem, zemini çok kaypak çünkü içinde insanların zaafları, kompleksleri ve korkaklıkları mevcut.
Askerliğimi Şırnak Uludere’de sınıra yakın bir tabur ve bir kısmını da bir sınır karakolunda yaptım. Gerçek cehaleti, insanoğlunun korkunç yüzlerini otuz yaşımdan sonra orada gördüm. Tam bir çaresizlikti. Kimse (ama kimse) neden orada olduğunu bilmiyordu. İlkin bazıları bildiğini zannediyordu ama sonra onlar da fazla kafa yormadılar.
Orada herhangi bir sebepten ölebilirsin (ve öldüler)… Mayına bastılar, yıldırım düştü, kamyon devrildi, arkadaş arkadaşı yanlışlıkla vurdu, bazıları kendini vurdu… Hepsi insandı ve baskı altında tüm kötü yönleri olanca şiddetiyle açığa çıkmıştı.
Ama bazıları o kadar kendine(!!) müslümandı ki başka kimse umrunda değildi… İçerde uyuyan bir bölük askerin canı ona emanetken o nöbette uyuma derdindeydi. Eh insan(!)dı en nihayetinde, kendine sorsan yorgundu, bezgindi, hayat zaten ona madik atmıştı.
Bazısı da o kadar boşvermişti ki herşeye (çünkü yaşama sebebi verilmemişti eline, gencecik dimağı güzel şeylere programlanmamıştı) mayın detektörünün kulaklığını müzik çalara bağlamıştı.
İnsan olan yerde güzellik olmaz mı? Vardı elbet, düzgün çocuklar vardı, mert komutanlar da vardı. Bunlar da mutlak doğruları tam kestiremeseler de, yanlışlara karşı durdular, kolayı seçmediler, sorumluluk sahibi oldular, en başta kendilerine karşı.
Çoğunun referansı dini inançlarıydı, kimisinin hümanizm, bazısının herhangi bir şeye duyulan özlem? Kimisi İzmir?in afilli delikanlısıydı, kimisi Sivas?ın bıçkını, kimisi İstanbul?un efendisiydi, ortaokul mezunu Mardin?li hrıstiyan da vardı.
Çok yaşam vardı, bir sürü de hikaye (çoğu hüzünlü, kasvetli). Bunlar çok doğru şeyleri de yaptılar, oldukça yanlış hareketleri de yaptılar, -insandılar-. Yeri geldi korktular, ardından hindi gibi kabardılar; işten kaytardılar, sonra gönüllü işlere giriştiler; bazen çok sustular, sonra gereksiz konuştular; bazen eşyalar yer değiştirdi, sonra bir çürük elma paylaşıldı?
İnsana dair her şey orda yaşandı, ekserisi acı verdi, hepsi tecrübe oldu. Orada herkes namlunun ucundaydı, bazıları daha fazla.
Sonra bir an geldi, makinalı tüfekler sessizliği bozdu, roketler, havanlar son noktayı koydu. Ölüm iyiyi kötüyü ayırmadı, bazıları öldü. İnsanlık öldü.
(*) us [İng. reason]
I. (Geniş anlamıyla) Duyarlığın karşıtı olarak, düşünme, anlama, kavrama yetisi; usavurma, çıkarımlar yapma yetisi; olaylar ya da kavramlar arasında zorunlu bağıntılar kurma yetisi; bağlantıları algılama ve kavrama yetisi. Bu bağlamda: 1. İnsanı hayvandan ayıran öznitelik. İnsan genellikle usu olan bir hayvan olarak tanımlanır. (Hayvanlarda belli bir anlak -intelligence-olduğu, ama us olmadığı kabul edilir.) 2. Evrenin nesnel düzen ilkesi. (Anaksogoras’ta: “nous”, Herakleitos’ta: “logos”); Hegel’de: nesnel-mantıksal biçimlerin bütünü: bütün var olanların temelinde bulunan ilke. II. (Özel anlamda) 1. Ortaçağın sonlarından 17. yüzyıla değin, bilgi yetileri olan duyu algısı (sensatio); us (ratio), anlık (intellectus) dizisinde, us (ratio) anlığa (intellectus) göre daha aşağı bir sıraya konmuştur, duyu algılarını kavramlar altında toplayan yeti olarak gösterilmiştir. bk. anlık (intellectus); skolastik çağda akıl aynı zamanda fizikötesi bilgi yetisi olarak kabul edilen anlıktan (intellectus) ayrı olarak çıkarımlar yapan düşünme yetisi olarak da anlaşılır. 2. Aydınlanma’dan, özellikle Kant’tan bu yana yukarıdaki (II, 1) anlamın tersine, us yüksek bir bilgi yetisi olarak anlaşılır: böylece us kavramlar yetisi değil, anlığın kavramlarını ilkeler altında birleştirme yetisidir, kısaca ilkeler yetisidir; usun ilkelerine ya da kavramlarına fizikötesi nesneler, yani deneyin ötesinde de bulunan nesneler karşılıktır. Usun bu kavramlarına da Kant “ideler” adını verir. Hegel’de: Karşıtların birliği ve bütünlüğü üzerine eytişimsel düşünme yetisi.
BSTS / Felsefe Terimleri Sözlüğü 1975